Alpay AzapBy Alpay Azap|9 Minutes

Depremler dünya genelindeki doğal afetlerin sayıca %10’dan azını oluştursalar da can kayıplarının %20’den fazlası depremlerde gerçekleşmektedir. Deprem kuşağında olan ülkemizde 1900 yılından 2022 Haziran ayına kadar 6Mv ve üzeri büyüklükte 226 deprem gerçekleştiği ve bu depremlerde on binlerce insanın hayatını kaybettiği, yüz binlercesinin yaralandığı bilinmektedir (1). Ne yazık ki 6 Şubat depremleri etkiledikleri alan ve neden oldukları yıkım ve ölüm sayısı açısından önceki depremleri çok aşmıştır. Bu depremlerin toplumsal hayat üzerindeki yıkıcılığı o kadar çok boyutlu ve büyüktür ki uzunca bir süre ülkemizdeki birinci gündem maddesi, depremin neden olduğu sosyal, ekonomik ve sağlıkla ilgili sorunların çözülmesi olmak zorundadır. Bir yandan da bu depremlerden çıkarılacak derslerle gerçekleşmesi kaçınılmaz olan yeni depremlere karşı en hızlı şekilde hazırlanılması gerekmektedir.

Depremlerin neden olduğu sağlıkla ilgili sorunların başında bulaşıcı hastalık riskinin artması gelmektedir (2). Sık kullandığımız bu önerme ilk bakışta doğru gibi görünse de aslında depremler bulaşıcı hastalıklara neden olmazlar. Tıpkı depremin değil hatalı yapılaşmanın ve zayıf binaların insanları öldürmesi gibi, depremin kendisi değil depremden sonra ortaya çıkan koşullar bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırır. Depremlerden sonra infeksiyon hastalıklarının artmasına ve salgınların ortaya çıkmasına neden olan koşullar; sağlıklı suya (içme ve kullanma suyu) erişim zorluğu, altyapının iflas ettiği ortamlarda kişisel hijyene uyum zorluğu, kanalizasyon ve atık su sisteminin hasara uğraması, güvenli gıdaya ulaşım zorluğu ve yetersiz beslenme, kalabalık çadır ve konteynırlarda barınma, olumsuz hava koşulları, ısıtma veya soğutma ekipmanı yetersizliği, artan insan hareketliliği, vektörlerin ve rezervuarların çoğalması, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin kesintiye uğramasıdır (3). Bu faktörlerin yanı sıra deprem öncesinde toplumun genel sağlık düzeyi, sağlık hizmetlerinin örgütlülüğü, aşılanma oranı, bulaşıcı hastalıkların deprem öncesi sıklığı da depremlerden sonra ortaya çıkacak sağlık sorunları ile doğrudan ilişkilidir.

Depremlerden sonra, bu risk faktörleri nedeniyle solunum yoluyla bulaşan hastalıklar (influenza, COVID-19, kızamık, suçiçeği, tüberküloz), ishalli hastalıklar, hepatit A ve hepatit E, uyuz ve bit enfestasyonları artan sıklıkta görülebilmekte, salgın boyutuna ulaşabilmektedir. Deprem sırasında gerçekleşen yaralanmalardan kaynaklanan tetanoz ve yumuşak doku infeksiyonları, hastanede takip edilen yaralılarda gelişen dirençli bakteriyel infeksiyonlar da eklendiğinde infeksiyon hastalıklarının deprem sonrası dönemde en önemli halk sağlığı sorunu olduğu söylenebilir. İnfeksiyon riski özellikle depremden sonraki 4. günden itibaren artış göstermekte, haftalarca yüksek kalmaktadır (3).

Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) depremin birinci gününden itibaren depremden etkilenen üyelere ulaşarak hem kendi sağlık durumları ve ihtiyaçları hakkında hem de sahada infeksiyon hastalıkları açısından yaşanabilecek olumsuz durumlar hakkında bilgi almaya çalıştı. Ardından bölgede inceleme gezisi yapmak üzere bir deprem koordinasyon kurulu oluşturuldu. Kurul üyeleri 4 gün süren inceleme gezisinde 12 Şubat Pazar günü Dörtyol’dan başlayarak İskenderun, Antakya, Gaziantep, Besni, Adıyaman, Elbistan ve Kahramanmaraş’ta hekimler ve yetkililerle görüştü. Tespit ettiği sorunları ve çözüm önerilerini hemen yetkili makamlara ulaşarak iletmenin yanında bir rapor haline getirdi (4). 16 Şubat’ta Dernek sitesinde yayımlanan raporda yer alan gözlemler yukarıda literatürden aktarılan bilgilerle uyumludur. Ülkemize, bölgeye ve yaşanan felaketin öznel koşullarına göre ek sorunlar da söz konusudur. Örneğin depremden etkilenen Suriye’de kolera olgularının görülüyor olması, insan hareketliliği ve/veya Suriye’de doğup ülkemizde denize dökülen Asi Nehri aracılığıyla koleranın ülkemize ulaşma riskini beraberinde getirmektedir. Yine ülkemiz sağlık sisteminin bir özelliği olarak, birinci basamak sağlık hizmet birimlerinin (Aile Sağlığı Merkezleri-ASM’ler) büyük çoğunluğunun ayrı binalar şeklinde değil mahallelerde apartmanlarda yerleşmiş olması yıkımdan ciddi şekilde etkilenmesine ve 1. Basamak sağlık hizmetlerinin çökmesine neden olmuştur. Benzer şekilde hastanelerin ciddi hasar alması ve hatta yıkılması yataklı ve acil hizmetleri de ciddi oranda kesintiye uğratmıştır. Öyle ki Hatay’ın merkez ilçeleri (Antakya ve Defne), Samandağ ve İskenderun’da yataklı tedavi kurumlarının hepsi ve ASM’lerin çok büyük kısmı kullanılamaz hale gelmiştir.

Depremde sağlık insan gücü çok büyük kayba uğramıştır. Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarına göre depremde 448 sağlık çalışanı hayatını kaybetmiş, 528’i ise yaralanmıştır (5). Bu sayılara dahil olmayan yüzlerce sağlık çalışanı da yakınlarını, arkadaşlarını, sevdiklerini, evlerini kaybetmiş, depremzede olmuştur. Doğru ve hızlı planlama ile bölgeye yeterli sayıda gönüllü sağlık çalışanı ulaştırılamamış, kendi çabalarıyla bölgeye ulaşanlar için uygun barınma ve çalışma koşulları sağlanamamıştır. Bu nedenle sağlık hizmetlerinde aksaklıklar yaşanmıştır.

 

Ne Yapmalı?

Dünya Sağlık Örgütü ve bağımsız bilimsel kuruluşlar doğa olaylarının felakete dönüşmemesi için yapılması gerekenleri 4 basamakta gruplandırmaktadır (6):
1. Koruma, zarar azaltma, hafifletme
2. Hazırlıklı olma
3. Yanıt
4. İyileştirme

Afetlere yanıt basamağı kamuoyunda en çok üzerinde durulan ve dikkat çeken başlık olmakla birlikte diğer basamaklar da son derece önemlidir. İyileştirme aşaması sağlık sisteminin ve toplumun güçlendirilmesini kapsar ve “eskisinden iyi yap” düsturu ile toplumsal iyileşmeye yönelik olarak liyakata dayalı kurumsal mekanizmaların hayata geçirilmesi, mevzuat düzenlemeleri ve sürekli izlem ve kontrol uygulamalarını içerir.

Depremden etkilenen illerde bulaşıcı hastalıkların salgın haline dönüşmemesi için öncelikle temiz su sağlanması, kanalizasyon sisteminin çalışır hale getirilmesi ve aşıyla önlenebilir hastalıklara yönelik aşılama faaliyetlerinin başlatılması gereklidir. Buna ek olarak olası herhangi bir salgınının erken dönemde farkına varılabilmesi ve gerekli önlemlerin hızla alınabilmesi için bulaşıcı hastalıkların takibi (sürveyans) yapılmalıdır. Bölgede sürveyansın yapılmaya çalışıldığını görmek sevindiricidir. Ancak, sonuçların sağlıkçılarla ve kamuoyuyla düzenli olarak paylaşılmadığı takdirde sürveyansın amacına ulaşması olanaksızdır. Bu boyutta felaketlerin şeffaf ve bilimsel olmayan yönetim tarzıyla yönetilemeyeceği açıktır. Ülkemizde 1991 yılından itibaren Türk Tabipleri Birliği (TTB) çatısı altında, olağandışı durumlarda sağlık hizmeti sunumu açısından yapılması gerekenler ve olağandışı durumlara hazırlıklı olmaya ilişkin ciddi çalışmalar yürütülmüş, önemli bir bilgi birikimi sağlanmıştır. Umudumuz ülke yöneticilerinin bu birikimden faydalanmaları ve TTB ve bağımsız bilimsel derneklerin katkılarını alarak depremin yıkıcı etkilerini bir an önce giderebilmeleridir.


Kaynaklar

[1] Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (BÜ KRDAE). Depremler. Bölgesel Deprem-Tsunami İzleme ve Değerlendirme Merkezi. http://www.koeri.boun.edu.tr/sismo/2/deprem-verileri/sayisal-veriler/

[2] Mavrouli, M., Mavroulis, S., Lekkas, E., Tsakris, A. (2023) The impact of earthquakes on public health: A narrative review of infectious diseases in the post-disaster period aiming to disaster risk reduction. Microorganisms, 11(419).

[3] Kouadio, I.K., Aljunid, S., Kamigaki, T., Hammad, K., Oshitani, H. (2012). Infectious diseases following natural disasters: prevention and control measures. Expert Review of Anti-infective Therapy, 10(1), 95-104.

[4] Klimik Derneği. (2023, 16 Şubat). Klimik Derneği Deprem Koordinasyon Kurulu Raporu. https://www.klimik.org.tr/2023/02/16/klimik-dernegi-deprem-koordinasyon-kurulu-raporu/

[5] TRT Haber. (2023, 23 Şubat). "Bakan Koca: Depremde 448 sağlık çalışanı hayatını kaybetti, 528'i yaralandı". https://www.trthaber.com/haber/gundem/bakan-koca-depremde-448-saglik-calisani-hayatini-kaybetti-528i-yaralandi-748431.html

[6] Vatansever, K., Saçaklıoğlu, F., (Ed.). (2001) Olağandışı Durumlar İçin Hızlı Sağlık Değerlendirmesi Protokolleri. Türk Tabipleri Birliği yayınları, Ankara.


Prof. Dr. Alpay Azap, 1995 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda başladığı ihtisasını 2000 yılında tamamladı. 2006 yılında Doçent, 2011 yılında Profesör unvanı aldı. Halen Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 2017-2021 yılları arasında başkanlık yaptığı Klimik Derneği’nde halen yönetim kurulu üyesidir.