Gündemimiz içinde yaşam şartlarına ilişkin hangi doygunluk noktalarına geldiğimiz ve bunların bizi ne kadar mutlu ettiği tartışmalı. Ortalamayı yakalayan ideal yaklaşım, herkes için farklı resimleri çerçeveliyor, tıpkı içinde var olmayı dilediğimiz ütopyaların farklı idealleri resmettiği gibi; bilim ve teknolojinin fütürist dünyası, sosyal ve ekonomik eşitliğin dünyası, doğanın egemenliğinin hüküm sürdüğü dünya… İdeal olanın karşısında ideal olmayanın resimlendiği dünya ise distopyayı karşılıyor. Görünen o ki, pandemi bize böyle bir dünyanın küçük bir simülasyonunu bahşetti. Gözetim sistemi altında büyük ölçüde hareket özgürlüğümüzü kaybettiğimiz, mahremiyetimiz içine dijital dünyayı davet ettiğimiz tekrara dayalı günlerimizin kısmen gönüllü teslimiyetçileri olsak da neredeyse ütopya haline gelmiş olan normal yaşamımıza ulaşmanın fedakârlığı içinde görece distopyamızı yaşıyoruz. Yine de bu iki var olmayan yeri birbirinden ayırarak belli bir manzaranın karşılığı olarak sınıflandırmamız zor…

Spektrum’un 3’üncü sayısına adını veren “Pandemi; Ütopya ile Distopya Ara Kesitinde mi, Yoksa Heterotopyanın Bizatihi İçinde mi?” sorusu, her ne kadar kavramların böylesi sınıflandırılmış ele alınışına dair bir izlenim sunuyor olsa da ilk iki sayımızdan farklı olarak bu sayıda yazıları, kavramsal gruplar içinde bir bölümlenme yapmadan ve sunuşumuzda genel bir açıklama tanımlamadan sizlerle paylaşıyoruz.

İlk yazımızda, “yaşadığımız evrene ek bir evren varsayan ’patafizik’” üzerinden pandemiye ve içinde bulunduğumuz duruma bir bakış gerçekleştiriliyor. Takip eden yazıda ise pandemi, ”Antik Yunan mitolojisinde ve tragedyasında karşımıza çıkan hamartia (ölümcül hata) ve hubris (kibir) kavramları”yla ilişkili değerlendiriliyor. Yakın geleceğin bize neler vadettiğini sorgulayan bir diğer yazıda, politikadan ekonomiye toplumsal şekillenmeden bilimsel gelişmeye kadar “heterotopik simülasyonlar” sunuluyor. Ütopya, distopya ve heterotopya üzerinden kavramsal bir yaklaşım çizen sonraki yazı ise “dijital dünyanın getirdikleriyle birlikte yeni bir hayatın kurulmasına” işaret ediyor. Devamındaki yazıda pandemi sonrasında “hem toplumsal hem de bireysel sorumluluklarımızda olması gereken değişimler”e yönelik bir farkındalık oluşturulurken; bir sonraki yazı daha “geniş bir çerçeveden değişimi” öngörüyor.

Pandemi sürecinden en çok etkilenen gruplardan biri olarak çocukları konu alan yazarlarımızdan bir diğeri bu konuya ışık tutarak“çocukların ve ebeveynlerinin ihtiyaçları”na cevap verecek meslek insanlarını ve yerel yönetimleri çözüm üretmeye davet ediyor. Virüsten korunmak için aldığımız önlemlerin başında gelensosyal mesafe, insanın en aşamadığı eğiliminin sosyalleşme olduğu gerçeğine tamamen zıttıyken sosyalleşmeyi kentsel mekânlar üzerinden ele alan yazı ise “kentsel yoğunluğun ve sosyalleşmenin kent hayatındaki önemi”ni bizlere hatırlatıyor. Bir sonraki yazı, Madrid’den (İspanya) deneyimleri aktarıyor ve süreçte “mahalle ölçeğinin toplumsal dayanıklılıktaki önemi”ne vurgu yapıyor. COVID-19’un, salgın hastalıklarla mücadelede suya erişimin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyduğu aşikâr. Su krizini ele alan yazıda ise “suyu korumanın ve suya adil erişimi sağlamanın aciliyeti”nden bahsediliyor. Salgın etkisini hafifletmenin bir diğer yolu da yapılı çevreden geçiyor. Bu kapsamda geliştirilen yazıda “mevcut yapılı çevrenin nasıl iyileştirileceği ve yenilerinin nasıl şekillendirileceği” konusu gündeme getiriliyor. Pandemiyle değişime uğrayan ve yaşamlarımıza bambaşka bir biçimde entegre olan bir diğer konu ise çalışma hayatımız. Evden çalışma biçimini, kapalı izole üretim tesisleriyle olan benzer yanlarını tartışarak ilerleyen yazı “evdeki hayatın işgal edildiğine” değiniyor. İş yerinin yanı sıra eğitim de evin içerisine taşınmış durumda. Bu konudaki yazılardan birinde, bir mimarlık eğitimcisi tarafından “uzaktan eğitim deneyimleri” kurgusal olarak aktarılırken; diğerinde, MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü bünyesinde verilen ve Türkiye’nin güncelini takip eden bir lisansüstü dersinde ele alınan “pandeminin ve sosyal izolasyonun yansıdığı tartışma konuları” paylaşılıyor.

Günlük hayatımızda, sosyal yaşamımızda ve ev-iş arasındaki mekânsal ilişkilerimizde yaşanan tüm bu değişiklikler, yeni kullanıcı ihtiyaçlarını ortaya çıkarttı. Söz konusu ihtiyaçlara çözüm üretebilmek için geliştirilen “yeni ürün trendleri” de bir sonraki yazarımız tarafından ele alınıyor. Pandeminin getirdiği yeni eğilimleri, turizm ve tarım sektörlerinde de görmek mümkün. Turizmi konu alan yazıda, pandemi sürecinin toplumsal ve doğal değişimleri mümkün kıldığı ve bunun “yansımalarının turizm biçimlerinde” de görülebileceğine değinilirken; COVID-19’un tarımsal üretim üzerindeki etkilerinin ele alındığı başka bir yazıda, pandemi sürecinin “tarım gıdası kurtulmuş ülke ütopyası”nı gerçekliğe dönüştürmek için bir fırsat olduğuna işaret ediliyor. Ancak asıl gerçeklik, salgın dönemine tanıklık yapan “fotografik bir arşiv”le sergileniyor. “Bireysel deneyimlerin ve sorgulamaların” yer aldığı bir sonraki yazıyı takiben “Adana sinemasının geçmişten gelen değerlerinin günümüze yansımaları” üzerinden pandemi günlerindeki sinema deneyimleri sunuluyor. Kültürel aktivitelere tiyatro perspektifinden yaklaşan son yazıda ise pandemi sürecindeki “prova deneyimleri” ile “tiyatro emeği” gündeme taşınıyor.

İçeriğini kısaca tanıtmaya çalıştığımız yayınımız, serinin birinci ve ikinci yayınlarıyla birlikte düşünüldüğünde yapbozun parçalarını tamamlıyor (tüm sayılar www.tasarimrehberleri.com/yayinlar/e-kitaplar/ bağlantısından erişime açıktır). Tam olarak öngöremediğimiz sonuçlarına rağmen salgını, heterotopik mekânlarda yaşamaya devam ederken, muhtemelen distopik ve oldukça sınırlı ölçüde ütopik bir çerçevede görüp görmeyeceğimiz, kısacası bir sınıf içinde değerlendirip değerlendirmeyeceğimiz sonuçta hepimize bağlı. Zira içinde bulunduğumuz dünya; erinç bir toplumun üyesi olmayı hedeflerken, sürekli birbirinin nedeni ve sonucu olan olayların parçası olmaya devam edeceğimiz ve gerçeği en yakından an ve an deneyimlemek zorunda kalacağımız bir manzarayı vadediyor. Peki, şimdi! Salgını gerçek dışı mekânda mı, yoksa birden fazla zaman ve mekân içeren gerçek mahallerde mi algıladığımızı sorgularken biz, gelecek yeni dünyayı hangi dileklerle karşılayacağız? Tüm kötü olasılıklara rağmen bizim dileğimiz; “(…) Yepyeni bir sabah var / Bu sana ve bana ait / Yeni bir dünya geliyor / Vizyonumuz olan…

Sunuşumuzu ve Spektrum’un “pandemi üçlemesi”ni, Nina Simone’un eşsiz yorumuyla seslendirdiği Barry Mann ve Cynthia Weil imzalı “New World Coming” şarkısıyla bitirmek istiyoruz. Siz bu şarkıyı dinlerken, Spektrum, gündemi belirleyen konuları tartışmaya açmaya devam ediyor olacak. Beğeniyle karşılandığını umduğumuz serimizin yeni sayılarını da takip etmenizi diliyor, katkı sunan tüm yazarlarımıza teşekkür ediyoruz.