Esra TurgutBy Esra Turgut|6 Minutes

Yanlış da olsa cevaplar vermeye çalışmak, soruları hiç sormamaktan daha iyi [1].

Yaşamın önemli bir parçası olarak ifade edilebilecek kamusal mekân, kullanıcısı ile sürekli ilişki halindedir ve bu karşılıklı etkileşim hali neticesinde de toplumun sahip olduğu sosyal ve kültürel yapıyı yansıtmaktadır. Bireyin içinde yaşadığı toplumsal yapıdan edindiği roller ve kültürel değer yargıları kamusal mekânda somut bir görünüm kazanmaktadır.

Mekânın, sosyal ilişkilerle birbirini üreten karşılıklı ilişkisinde [2] kamusal mekân, toplumsal belleğin üretildiği ve somutlaştığı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka deyişle kamusal mekân, toplumsal belleğin oluştuğu fiziksel düzlemdir. Kamusal mekânlar bu anlamda, toplumsal olayların yaşandığı ve farklı deneyimlerin farklı biçimde ifade edildiği yerler olarak tanımlanabilmektedir [3].

Kültürel çeşitliliğin ifade edilme yeri ve toplumsal yaşamın en önemli mekânı olan kamusal mekânlar, toplumsal belleğin oluşmasını ve sürekliliğini sağlamaktadır. Kamusal mekân ve bellek arasındaki etkileşim, bireylerin mekânı algılama biçimi, farklılıkları ve kendini ifade etme tarzı ile zenginleşmektedir. Buradan yola çıkılarak toplumsal belleği etkileyen unsurların kültür, anı, aidiyet, dil şeklinde farklılaştığı ifade edilebilirken, kamusal mekânın da kendine özgü özellikleri ile bu farklılaşmayı yenilediği söylenebilir.

Kamusal mekânı etkileyen ve şekillendiren unsurlardan biri de toplumsal cinsiyet olgusudur. Lordoğlu’nun da [4] ifade ettiği gibi; mekân ve toplumsal cinsiyet ilişkileri “karşılıklı ve sürekli olarak birbirini inşa eden, çeşitlenip farklılaşan birbirlerinden bağımsız ele alınması mümkün olmayan süreçlerdir”. Bu nedenle, kamusal mekân ve toplumsal cinsiyet arasındaki bu ilişki, karşılıklı ve güncel etkileşimi barındırır ve bu iki olgunun değişimi birbirine bağlıdır.

Kent son derece yoğun, karmaşık, kalabalık ve sürekli değişen bir alan olarak başka alanlarda görülmemiş karşılaşmalara ve deneyimlere ev sahipliği yapar. Bu yüzden kamusal mekânda toplumsal cinsiyet ilişkileri de yoğunlaşır ve karmaşıklaşır. Kamusal mekânda kadınlar özgürlüğü ve kontrolü, tedirginliği ve güvenliği aynı anda deneyimlemektedir. Kamusal mekânı kapsayan bu deneyim toplumsal koşullara göre farklılık gösterir. Her kadının mekân deneyimi birbiriyle aynı olmadığı gibi; kadınların deneyimleri yaşlarına, etnik kökenlerine, sınıflarına, sosyal statülerine bağlı olarak ortaklaşıp farklılaşabilmektedir [5].

Mekânın fiziksel özelliklerine göre kadın-erkek farklılığını ele alan araştırmalar, genellikle kültürel ya da sosyal faktörlerin cinsiyetlendirilmiş mekânların üretimine etkisine işaret eder. Bu araştırmalar kadına toplum tarafından yüklenen cinsiyet rollerini anne, ev hanımı, alışverişçi, zayıf, savunmasız, kaotik, hassas, korkak ve pasif olarak sıralandırırken; erkeğe yüklenenleri aile reisi, çalışan, güçlü, rekabetçi, baskın, mantıklı, korkusuz ve aktif olarak sıralar. Bunlar doğrultusunda bu rollerin kentsel kamusal alana nasıl yansıdığı özellikle kadınlar ve erkeklerin kamusal alanlara erişiminde yaşanan eşitsizlik; kadının yerinin evin özel alanı ya da alışveriş merkezleri olması, erkeğin alanın ise iş yeri ya da şehir merkezi ve açık mekânlar olmasıyla ilişkili olarak açıklanmıştır. Kadınla ilişkilendirilen cinsiyet rolleri, üzerlerinde yüksek düzeyde bir sosyal baskı oluşturmakta bunun sonucunda da kadınların kentsel kamusal alanlara erişimi kısıtlanmaktadır [6].

Araştırmalar çoğunlukla, cinsiyet rollerinin inşasını kadınların kamusal mekânlardan uzaklaşmasının nedeni olarak görmekte ve bu durumu kadınların kamusal mekânlardaki rekreasyon etkinliklerine katılımında ana engel olarak tanımlamaktadır. Kadınların erkeklerle paylaştıkları mekânlarda güçsüz bir konumda kalmaktansa erkeklerle eşit kontrol düzeyine sahip olmaları gerektiği ifade edilmektedir.

Cinsiyete dayalı olarak kentlerde ve kamusal mekânlarda yaşanan eşitsizlikler, kadınların ve erkeklerin kamusal mekânı birbirinden farklı deneyimlediklerini ve kamusal mekânda kendilerini farklı ifade ettiklerini göstermektedir. Bununla birlikte kentte yaşayan tüm kadınların kamusal mekâna erişebilirliği ve kamusal mekânları kullanabilirliği; ekonomik ve sosyal imkânlarına, kültürel aidiyetlerine, yaşadıkları semte göre farklılıkları içermektedir. Farklı sosyo-kültürel özelliklere sahip, farklı kamusal mekânlarda yaşayan kadınlar, birbirlerinden farklı kamusal mekân deneyimi ve görüşlerine sahip olmaktadır. Bunun yanı sıra sosyo-ekonomik sınıf, eğitim seviyesi, gelir durumu ya da yaşanılan semt farklılıkları farketmeksizin, kamusal mekânda var olmaya çalışan tüm kadınların erkekler ile aynı düzeyde kamusal mekândan diledikleri gibi faydalanamadıkları görülmektedir.


Kaynaklar

[1] Somay, B. (2016). Şarkı Okuma Kitabı. İstanbul: Metis Yayıncılık.

[2] Işık, O. (1994). Mekânın Politikleşmesi, Politikanın Mekansallaşması,Toplum ve Bilim. Sayı: 64-64 Güz/Kış, ss.7-38. İstanbul: Birikim Yayıncılık.

[3] Ringas, D.; Christopoulou, E.; Stefanidakis, M. (2011) “Urban Memory in Space and Time”, Styliaras, G., Koukopoulos D., Lazarinis, F. (Eds.) Handbook of Research on Technologies and Cultural Heritage. Information Science Reference, New York.

[4] Lordoğlu, C. (2018). İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak. İstanbul: İletişim Yayınları.

[5] URL-1: https://kockam.ku.edu.tr/toplumsal-cinsiyete-mekan-uzerinden-bir-bakis-kent-mekaninda-kadin-olmak-elif-yilmaz/

[6] Mumcu, S., Yılmaz, S., Yazısı, T. (2016). Kentsel Açık Mekânlarda Kadınlar: Cinsiyet Rollerinin Kamusal Alanlarda Gözlemlenmesi. Mimarlık ve Yaşam Dergisi, Cilt:1.

Kayın, E. (2013). Kentsel Mekân - Kadın İlişkisinde Gündelik Haklar ve TMMOB İzmir İKK Kadın Çalışma Grubunun Koltuğuma Oturma Projesi. İzmir: TMMOB 2. İzmir Kent Sempozyumu.

Kapak görseli: https://medyascope.tv/2020/06/01/mekan-ve-insan-109-kent-ve-kadin-zeliha-unaldi-ulkem-onal-ve-tayfun-yilmaz-ile-soylesi/