Kentler yalnızca fiziksel mekânlardan ibaret değil; aynı zamanda hepimizin günlük ruh hâlini, ilişkilerini, yaşam deneyimlerini ve duygularını şekillendiren dinamik yapılar. İçinde yaşadığımız kentler bizi dönüştürüyor, bizim de onları dönüştürdüğümüz gibi. Bu etkileşim ise sadece ulaşım, konut ya da altyapı gibi ölçülebilir unsurlarla sınırlı değil. Bir kentin bize hissettirdikleri, o kentle kurduğumuz bağ, oradayken ne kadar mutlu olduğumuz –ya da olamadığımız– da en az somut göstergeler kadar önemli. Montgomery de şehirlerin tasarımının insanların hisleri, düşünceleri ve davranışları üzerinde derin etkiler yarattığını söylüyor (Montgomery, 2013).
Ben de bu noktada merak ettim: Bir kent, bir insanın mutlu olma hâline gerçekten etki edebilir mi? Ve eğer ediyorsa, bunu nasıl yapıyor?
Bu sorular araştırmamın çıkış noktasıydı. Elbette bir insanın mutlu olması sadece fiziksel çevresiyle açıklanamaz; eşitlik, özgürlük, adalet, öznel iyi oluş, yaşam memnuniyeti gibi daha soyut ama bir o kadar güçlü kavramlar mutluluğun önemli parçaları ve ölçütlerinden bazıları.
Bu ölçütlerin bazılarına kendi yürüyüşlerimde de farkında olmadan dikkat ettiğimi fark ettim. Mesela gökyüzünü görebildiğim sokaklarda nefesim genişliyor; yüksek binaların sıkıştırdığı yerlerde ise biraz daha gergin oluyorum. Kaldırımın taş ya da ahşap oluşu adımlarımın ritmini değiştiriyor. Su sesi ya da bir ağacın gölgesi, kalabalığın içinde kısa bir mola gibi geliyor. Bir mekânın beni nasıl hissettirdiğinin duyularımla düşündüğümden çok daha fazla ilişkili olduğunu fark etmem, bu araştırmanın en kişisel tarafı.
Bu ölçütleri daha iyi anlamak için üç ana başlık altında toplamak mümkün. Nesnel ölçütler, kendi içinde fiziksel ve sosyal olmak üzere ikiye ayrılıyor: Fiziksel ölçütler daha somut, ölçülebilir unsurlara; sosyal ölçütler ise toplumsal olarak gözlemlenen ve algılanan durumlara işaret ediyor. Öznel ölçütler, bireyin içsel deneyimiyle; yaşam memnuniyeti, iyi olma hâli, sağlık durumu ve kişisel ilişkilerle ilgili. Doğal ölçütler ise etrafımızdaki doğayla kurduğumuz teması mümkün kılan unsurları kapsıyor. Kentsel tasarım sadece fiziksel ölçütlerle sınırlı değil; bu gruplandırmanın tamamına bir şekilde dokunabiliyor. Bu yüzden bir mekânın bize nasıl hissettirdiği, düşündüğümüzden çok daha fazla kentsel tasarım ve planlama süreçleri ile ilişkili.

Günümüzde kentsel tasarım, yalnızca fiziksel yeterliliklerle değil, insanların mekânlarla kurduğu duygusal, sosyal ve duyusal bağlarla da ilgileniyor. İşte “mutlu mekân” kavramı tam da bu noktada önem kazanıyor: Kentler sadece işlevsel değil, aynı zamanda insanların kendilerini huzurlu, güvende ve mutlu hissettiği alanlar olmalı. Bu bağlamda literatürde mutlu mekâna dair kentsel tasarım ilkeleri belirlendiğini gördüm. Söz konusu ilkeler ilk olarak dört ana unsur olarak inceleniyor ve daha önce bahsedilen mutluluk ölçütleri doğrultusunda bu dört boyuta yakınlıklarına göre yeniden sınıflandırılıyor. Ancak bu sınıflandırma, kesin sınırlarla birbirinden ayrılmış kategoriler olarak değil; aksine, birçok ilkenin çoklu etkiler yarattığı, fiziksel ya da doğal bir ögenin aynı zamanda öznel iyi oluşu da desteklediği bir çapraz etkiler sistemi olarak ele alınıyor.

Fiziksel unsurlar, mekânın temizliği, bakımı, aydınlatması, erişilebilirliği ve işlevselliği gibi özellikleri kapsar. İyi tasarlanmış bir alan, insanların orada uzun süre vakit geçirmesini ve kendilerini güvende hissetmesini sağlar. Sosyal unsurlar ise aidiyet, güven, katılım ve farklı yaş gruplarının bir arada bulunabilmesini içerir; bu sayede insanlar mekâna daha derin bir bağ kurabilir.
Doğal unsurlar, yeşil alanlar, gölgelikler ve çevresel konfor koşullarıyla bireylerin doğayla temas kurmasını sağlar. Bu tür alanlar stresin azalmasına, zihnin yenilenmesine ve psikolojik rahatlamaya katkıda bulunur. Duyusal unsurlar ise mekâna özgü kokular, su ögeleri, kamusal sanat ve estetik detaylarla bireylerin mekânla kurduğu duygusal bağı güçlendirir ve alanı hatırlanabilir kılar.
Kısacası, mutlu mekânlar; fiziksel, sosyal, doğal ve duyusal ögelerin bir araya geldiği, nesnel, öznel ve doğal ölçütlerin birlikte düşünüldüğü ve tüm bu unsurların birbirleriyle etkileşim içinde olduğu alanlar olarak ortaya çıkıyor. Bütün bu ilkeler aslında aynı şeyi söylüyor: Kentler mutluluğumuzu düşündüğümüzden çok daha fazla şekillendiriyor. Günlük hayatımızda temas ettiğimiz yüzeylerden mekânın atmosferine, sosyal karşılaşmalardan çevresel konfora kadar pek çok unsur, ruh hâlimizin görünmez bir parçasına dönüşüyor. Ve en önemlisi, bu hisler rastlantısal değil; kentsel tasarım yoluyla, yere özgü doğru kararlarla yönlendirilebiliyor. Bu nedenle “mutlu kent” fikri, soyut bir ideal olmaktan çıkıp tasarlanabilir bir gerçekliğe dönüşüyor. Kentler bize iyi gelebilir; yeter ki biz de onları bunu mümkün kılacak şekilde düşünelim, tasarlayalım ve dönüştürelim.
Referanslar.
Montgomery, C. (2013). Happy city: Transforming our lives through urban design. Penguin Books.
Samavati, S., & Desmet, P. M. A. (2022). Happy public spaces: A guide with 20 ingredients to design for urban happiness. Delft University of Technology.
Sepe, M. (2017). The role of public space to achieve urban happiness. International Journal of Sustainable Development and Planning, 12(4), 724–733. https://doi.org/10.2495/SDP-V12-N4-724-733
Ayşe Akbay, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden 2025 yılında mezun olmuştur. Lisans eğitimi süresince kentsel tasarım, kamusal mekân kalitesi ve öznel iyi oluş ilişkisi üzerine çalışmalar yürütmüş ve kentsel yaşam kalitesi, mutlu mekânlar konularına odaklanmıştır.

