Sinem ÖzgürBy Sinem Özgür|14 Minutes

“Luzern Aslan Anıtı dünyadaki en kederli ve dokunaklı taş parçasıdır.” Mark Twain [1]

İsviçre’de Luzern için “Luzern’de her manzara bir kartpostaldır, her adım ise bir hikâye.” deniyor. Benim hikâyem ise Luzern’de her yıl yaklaşık 1,5 milyon ziyaretçinin gördüğü bir anıt-heykelin yanında geçirdiğim bir buçuk saati “otantiklik” kavramıyla harmanlayan bir değerlendirme. Bir turistik deneyim nedir, ben burada ne yapıyorum, insan davranışlarını gözlemleyeyim derken zihnimde canlananlar… Peki kısacık süreler içinde gruplar halinde gelip giderken, imgeyi küçük elektronik kutularına hapsedip dünyanın diğer ucuna geri dönme odaklı turistik deneyimin otantiklikle münasebeti nasıl oluyor?

Yazıya ilham olan Löwendenkmal-Aslan Anıtı’ndan önce biraz İsviçre ve Luzern’i anlatayım. İsviçre; yüksek gelir seviyesi, gelişmişlik düzeyi ile düzen ve kurallarını turistlere bile seyahatin her anında hissettiren bir ülke. Ülkedeki kurallar ve yasaklar; düzeni bozma ihtimalini sıfırlayacak kadar tarifli olduğundan; burada tedirgin hissetmeniz için tek sebep ormandan yola fırlama ihtimali olan hayvanlar. Elbette pitoresk perspektiflerle filmlerden, belgesellerden kopup zihninize kazınmış, Heidi’yi de yanında getiren imgeler ve hepsine hâkim olabilmek için fotoğraf makinesini bırakmakta zorlandığınız bir doğa deneyimi de var. Ülkede bulunan çok sayıda gölün yanı başında gelişmiş küçük kentler mevcut. Luzern de bu minik şehirlerden biri.

Fotoğraf 1.Luzern’den bir görüntü

Metropol olmayan Orta Avrupa kentlerinin kaderidir “Neresi meşhur?”, “Nereyi görmek gerekir?” diye sorulduğunda cevap olarak verilen dört-beş nokta, belki bir de cadde… Hani “Buraların İstiklal Caddesi” diye tabir edilirken çok sayıda mağazanın olduğu, kentin alışveriş üzerinden küresel ilişkiler kurduğu ve çoğunlukla üzerinde tramvay hattının bulunduğu caddelerden. Luzern’de bu tramvaylı caddelerden yok. Zira kendisi küçük bir Orta Çağ yerleşimi. Fakat o birkaç merkezi noktaya sahip ve aslında epey de turistik. Bunlardan birisi kökleri 14. yüzyıla dayanan ahşap konstrüksiyonlu Kappellbrücke. Köprünün çevresinde yer alan çok sayıda turistik restoran ve kıyı promenatı iyi fotoğraf kareleri çekilebilecek açılar yaratıyor. Köprüden karşı kıyıya yapılan yürüyüşte ise ahşap konstrüksiyonun detaylarını ilgili gözler hemen seçiyor.

Fotoğraf 2. Kappellbrücke

Kentin hemen her yerinde bulunan çok sayıda su noktası (göl kıyısı, hidroelektrik üretim tesisi, çeşme, havuz vb.) ise dünyada kapı eşiğinde beklemekte olan büyük su krizini düşündürüyor. Benim zihnim ise bunları görünce kamusal bir eleman, bir buluşturucu ve tarif edici kent elemanı olarak İstanbul’da artık akmayan çeşmeleri çağırıyor. İsviçre Ulaştırma Müzesi, kentin biraz dışında çağdaş bir yapı grubu halinde, turistleri ve çocuklu gezentileri de -bir kapitalist icat olarak- kente davet ediyor. İstanbul gibi kalabalık bir kentten gelince, “sakin” kelimesini sorgulayarak Luzern’de göl gezisi yapmak ve tepelere çıkarak bizim günlük hayatımızda hep hayallerde kalan doğa ile yakınlaşma çabalarını artırmak mümkün, isteyene…

Fotoğraf 3. Luzern’den göl ve dağ manzarası

Şimdi gelelim kentin bu yazıya ilham veren bir diğer noktası olan Löwendenkmal-Aslan Anıtı’na. Aslan Anıtı, Fransız Devrimi sırasında ölen İsviçreli askerlere adanmış olan bir anıt. Sanatçısı hayatının büyük bir kısmını İtalya’da geçirmiş Danimarkalı-İzlandalı Albert Bertel Thorvaldsen (1770-1844) [2]. Anıtla ilgili birçok kaynaktan ulaşılan popülerleşmiş cümle: “Ünlü yazar Mark Twain bu anıtı dünyanın en kederli ve dokunaklı taş parçası olarak tarif etmiştir.” [3]. Bu cümle zihinde hüzünlü bir etki bırakıyor. Aslan Anıtı; kayadaki figürün büyüklüğü, önündeki geniş havuzun ve çevresindeki ağaçların desteklediği etkileyici atmosferi, tarihi niteliği ve kolektif hafızadaki yeri ile Luzern’in görülecek noktalarından biri. Günümüz her an her yerde olan enformasyon ortamlarından şöyle kısa bir bilgi edinmek mümkün:

Kaynak: https://www.haberpodium.ch/tartismali-bir-anit-luzern-aslani/

Bu bilgi paketi bize anıt hakkında enformasyon veriyor, evet peki ya neden ve nasıl deneyimleniyor bu anıt ve yakın çevresi?

Çevresi büyük ağaçlarla kuşatılmış ve bir yamacın eteğinde olduğu için gün ışığının çok rahat erişememesi ve anıta yaklaşırken burnunuza ulaşan nemli ağaç ve taşların kokusu da yoğun bir duyusal deneyim. Aynı zamanda da mevsime göre muazzam kadrajlar oluşturuyor. Kayanın büyüklüğü, aslanın acılı yüzü, üzerine saplanmış ok, aşağı sarkmış bir ayağı, aslan figürünün oyulduğu dev kayanın oluşturduğu arka plan, önündeki genişçe havuzun dinginliği, dev ağaçların suya uzanan dalları, sudaki yansıma ve yapraklar… Bu duyusal deneyimin kişisel bellekten hatıralar ve başka mekân deneyimlerini çağrıştırması… Kişisel bir temaşa süreci… Belki de her şeyden önemlisi sessiz, ses yansımasının neredeyse hiç hissedilmediği, bu sayede de ağaçlardaki kuş sesleri uzun uzun dinlenebildiği için zihnin serbestçe salınımına olanak tanıyan bir süreç yaşama imkânı var. Kahramanlık, kayıplar, zafer gibi kavramların kişisel bellekte yer alan hallerinden farklı coğrafyalarda girilmeyen savaşların kahramanlıkları, ölen askerlerin anısı, varlıklı bir ülke olarak devam etmek gibi farklı anlamları da olabildiğini düşünmeye başlamıştım ilk önce.

Fotoğraf 5. Löwendenkmal-Aslan Anıtı

Ben duyusal deneyimlere kapıldım ama anıt üzerine politik tartışmalar da var: liberaller, muhafazakârlar, karşı-devrimciler bakış açılarına göre -her sembolik eserde olduğu üzere- provokasyon öğesi, yüceltici veya kutsal bir sembol olarak nitelendiriliyor, bir yandan da İsviçre’nin neden Paris’in yanında savaştığı sorgulanıyor [4]. Anıtın tarihi ve sanatsal niteliklerini yorumlamak niyetinde değilim. Ancak görülecek noktalardan biri olarak ziyaret ettiğim ve anıtın önünde geçirdiğim yaklaşık bir buçuk saatlik gözlemim mekânsal deneyim ve otantiklik ilişkisi hakkında düşünmeme de yol açtı. Böylesi noktaların biri üzerinden gösterilecek, hatta listede işaretlenecek ve tabii paylaşılacak arka planlar olarak otantik bir mekânsal deneyimin ne olduğunu düşünmek istedim. Zira birçok noktada, yerde, kentte ve deneyimde “elim sende” oyununa benzer; o yere temas edip, bir fotoğraf karesine imgeyi hapsedip kaçma durumu beni hep düşündürmüştür.

Video 1. Ziyaretçi gruplarının anıt çevresindeki hareketlerinden bir kesit. Videoyu izlemek için aşadağıdaki linke tıklayınız.

▶ VİDEO LİNKİ

Herhangi bir gruba ait olmayan bir turist olarak yaklaşık aynı açılardan farklı kişilerin hareketlerini fotoğraflamaya başladım. Amacım anıtın kendisini izlemek değil, ziyaretçilerin anıtla kurdukları ilişkiyi gözlemlemekti. Bir de hızlı video kaydettim. Orada bulunduğum kısa zamanda anıt ve çevresinin turist gruplarının en fazla altı yedi dakikalık bir deneyimle ziyaret ettiğini, fotoğrafladığını, kendilerini başka başka açılarda kadrajlara yerleştirdiğini, fotoğraflarda eğlenceli veya romantik bir imge oluşturduklarını, sonra grubun başındaki bir rehberin işaretiyle mekânı terk ettiklerini, o grubun yerine bir başkasının hemen gelip aynı davranışı tekrarladığını defalarca gözlemledim. Düşündüm durdum bu kısacık turistik ziyaretlerde deneyimlenen nedir diye.

Fotoğraf 7. Benzer açılardan çekilmiş farklı fotoğraf karelerinde turist davranışları

Turistik eylem, turist olmak ve gezmek üzerine kitapları bulunan Dean MacCanell’e göre, tüm kültürel üretim bir anlamda “turist çekimi” eylemidir [5]. Yani, bir bina veya şehir, ziyaretçileri çekmek için belirli bir kimlik ve imaj yaratmaya çalışır. Bu süreçte, özgünlük, farklılık ve benzersizlik gibi kavramlar pazarlama araçları olarak kullanılır. Otantiklik mutlak bir kavram değildir, ancak kültürel ve tarihsel bağlamlara göre değişir ve bir yerin kimliğini şekillendirmede önemli bir rol oynar. Diğer bir deyişle, merkezde ticari amaç vardır. Aslan Anıtı’nı görmek için özel bir ücret ödemiyorsunuz ama Luzern’in pazarlama aracı olarak turist çekme eylemlerinden biri halinde listede yerini hep alıyor.

Newman ve Smith otantiklik kavramına dair yaklaşımları etraflıca ele aldıkları metinlerinde [6], kavramı temel olarak nesneye odaklanan otantiklik yaklaşımları ve deneyime odaklanan otantiklik yaklaşımları olarak gruplar. Açıkçası nesneye odaklanınca anıt ve çevresi ziyadesiyle etkileyici bir otantikliğe sahip. Anıtın sanat eseri olarak değeri, özgünlüğü, gerçekliği, toplumsal bellekteki tartışmalı bağlamı ona nesnel bir otantik durum zaten atfediyor. Bu inkâr edilemez bir gerçek. Deneyime bakarsak yerin duyularla kurduğu etkileşim ve bellekte yarattığı çağrışımlar da yine ziyadesiyle otantik bir süreç oluşturuyor.

MacCanell bir de “sahnelenmiş otantiklik” kavramını ortaya koyuyor [7]. Sahnelenmiş otantiklikte ziyaretçi, sahnelenenin ne kadarının gerçek veya sahte olduğunu ayırt edemez, dahası çöplerin nasıl toplandığı, nereye gittiği, bakım onarımların nasıl olduğu, servis yapanların hayatları gibi durumları, kısacası sahne arkasında neler olup bittiğini umursamaz. Aslan Anıtı’nın çevresinde de her turistik amaçlı eylemde olduğu gibi pazarlanan noktalardan biri olarak, turist gruplarının kısa sürelerde ziyaretlerini gerçekleştirmesi ile deneyimlenen bir sahnelenmiş otantiklik durumu oluşuyor. Turist gruplarının altı yedi dakikalık ziyaretlerinde bunlara kafa yorabilecek zamanları olmadığı da aşikar. Bu da anıt ve yakın çevresinin birçok benzerinin yaşadığı metalaşma sürecini yaşamasına sebep oluyor. Görsel algıya yoğunlaşarak zamansız ve yersiz, belki de gerçek dışı bir simülasyon etkisi ile atfedilen geçmiş zamanla kurulan ilişkinin belki de bağlamından kopuk kurulabilmesine, gerçek olmayan aldatıcı sahneler oluşturulmasına sebep oluyor. Benzeri aldatıcı veya eleştiriye açık imgeler Auschwitz-Birkenau kampının önünde çekilen fotoğraflarda da Peter Eisenman tasarımı Berlin Holokost Anıtı’nda da oluşturuluyor, bilerek veya duyarsızca… Böyle imgeler anıtların veya tarihi acıları anlatan yerlerin kabahati mi? Sanırım kimse bu soruya evet diye cevap veremez. Yeri; zihinsel çağrışımlar ve duyusal deneyimle hissetmek yerine jenerik bir imgeye sahip olmak; görmüş veya oraya gitmiş olmak emelini gerçekleştirmekten öte bir deneyim edinmek çok da turistin kaygısı değil gibi görünüyor. Bu durumun sebeplerinden biri de böylesi yerlerdeki bu noktalarla ilgili edinilen bilginin de genellikle görsel malzeme üzerinden elde edilmesi ve imgeler çağında imgeye sahip olma arzusu, bir şekilde o yerin (noktanın) sadece taşınabilir ve paylaşılabilir haldeki görselinin metalaşması. Turizm ve otantiklik tartışmalarında, ticari amaçların temelde yer alması sebebiyle otantik bir deneyimden bahsetmenin -zaten turistik deneyimin derinleşememesi sebebiyle- mümkün olamayacağı da yer alır.

Bense İstanbul’daki kalabalık ve yoğun gündelik hayat, tüketim odaklılık, kamusal mekanlardaki özensizlik gibi kişisel heybemden çıkardığım deneyimlerimle Aslan Anıtı’nın yakınındaki içme suyu akıtan bronz balıkla yakınlık kuran bir çocuğun minik ellerine odaklanıyorum bir buçuk saatin sonunda… Benim turistik deneyimim de kendi heybemdekilerle yine ziyadesiyle kişisel belki de otantik(!) bir imgede sabitleniyor.

Fotoğraf 8. Aslan Anıtı’nın yakınındaki bir içme suyu çeşmesi

Luzern Aslan Anıtı’nın kendisinin ve yakın çevresinde yarattığı mekânsal deneyimin otantik olmadığını söylemek mümkün görünmüyor. Öte yandan birkaç dakika içinde kalabalık gruplarla gidilip içine kendi görüntüsünü de yerleştirerek oluşturulan fotoğrafla dünyanın diğer ucuna geri dönmek ise kişisel elektronik aracına hapsettiği ve muhtemelen paylaşarak artırmaya çalıştığı bir otantik imge yaratma çabasından öteye de gidemiyor. Esasında turist bu ziyaretinde bir sahnelenmiş otantiklik oluşturup sahnede başrol oyuncusu oluyor. “Dünyanın en kederli ve dokunaklı” duruşunu sergileyen aslan figürü ise başka başka sahnelere dekor olmaya tarihsel, mekânsal, toplumsal bağlamlarından azade acısını çekmeye devam ediyor…


Kaynaklar

[1] https://www.loewendenkmal21.ch/en/kont/carl-pfyffer-bertel-thorvaldsen-mark-twain/

[2] https://www.thorvaldsensmuseum.dk/en/formidling/bertel-thorvaldsen-en-billedhuggers-form-pa-verden

[3] https://www.loewendenkmal21.ch/en/kont/carl-pfyffer-bertel-thorvaldsen-mark-twain/

[4] Luzern Sanat Merkezi geçtiğimiz yıllarda anıt özelinde bir dizi çalışma yapmış. Performanslara ve anıta ilişkin daha detaylı bilgiyi bu adresten edinmek mümkün: https://www.loewendenkmal21.ch/en/about/

[5] Staged Authenticity: Arrangements of Social Space in Tourist Settings Author(s): Dean MacCannell American Journal of Sociology , Nov.,1973, Vol. 79, No. 3 (Nov. 1973), pp. 589- 603

[6] George E. Newman ve Rosanna K. Smith, Kinds of Authenticity. Philosophy Compass 11/10 (2016): 609–618, 10.1111/phc3.12343

[7] Staged Authenticity: Arrangements of Social Space in Tourist Settings Author(s): Dean MacCannell American Journal of Sociology , Nov.,1973, Vol. 79, No. 3 (Nov. 1973), pp. 589- 603


Lisans (2009) ve yüksek lisans (2011) eğitimlerini İTÜ Mimarlık Bölümü’nde tamamladı. Doktorasını (2019) yine İTÜ’de Mimari Tasarım Programı’nda “Bir Mimesis Olarak Mimarlık ve Emsal Bilgisi” tezi ile tamamlayan Özgür, mimarlık kuramı alanında mimarlıkta mimesis ve emsal kavramları, temsil, mimarlık bilgisi üzerine araştırmalarını sürdürmektedir. 2010 yılından bu yana MSGSÜ Mimarlık Bölümü’nde görev yapmaktadır.