Ebru MoçoşBy Ebru Moçoş|9 Minutes

Türkiye’de ilk korona vakası 11 Mart’ta açıklandıktan iki gün sonra alınan tedbirler kapsamında, tüm eğitim kurumlarında, önce, eğitime bir süre ara verildi; sonra uzaktan eğitime geçildi. Milli Eğitim Bakanlığı, EBA sistemi ile uzaktan eğitime geçti, özel okullar kendi sistemlerini kullandı, üniversiteler ise YÖK desteği ile kendi platformlarını kurarak eğitimlerini uzaktan sürdürdüler. Pandemi dönemi boyunca daha çok gündeme gelen ilk, orta ve lise eğitimindeki sorunlardı. Üniversitelerdeki eğitimde yaşanan sorunlar daha az gündeme geldi. Bilgisayarı olmayan, internet erişimine sahip olmayan öğrenciler üniversitelerde de vardı. Bunun yanında uygulamalı dersleri olan bölümlerde, bu derslerin uzaktan nasıl yürütüleceği büyük bir sorundu. Daha önce uzaktan eğitim deneyimi olan üniversiteler süreci nispeten iyi yürütebildi.

Marttan beri bütün dünyada yüz yüze eğitimin zamanla ortadan kalkacağı, uzaktan eğitimin yaygınlaşacağı, pandemi sürecinin de bunu hızlandıracağı konuşuluyor. Avrupa ve ABD’deki bazı üniversiteler önümüzdeki akademik yılda derslerini uzaktan eğitim yöntemi ile yapacaklarını duyurdular. Türkiye’de YÖK üniversitelerin ekimde açılabileceğini, derslerin yüzde 40’ına kadar olan kısmının online olarak yapılabileceğini duyurdu. Yaz dönemi, ikinci dalga gelecek mi, okullar açılacak mı, eğitim yine online mı olacak diye sessiz bir bekleyişle geçti. Bu arada öğrencilerin, velilerin itirazları arasında üniversite sınavı yapıldı. Sonuçlar açıklandı. Üniversiteler akademik takvimlerini açıklamaya başladı. Türkiye’de takip edebildiğim kadarıyla eğitiminin tamamını online yapacağını açıklayan üniversite henüz olmadı.

Bu yıl üniversiteye bir milyon kadar öğrencinin kayıt yaptırması bekleniyor. Bu öğrenciler büyük ihtimalle bu dönem okulları, arkadaşları, bölümleri ile yüz yüze tanışma şansı bulamayacaklar. ABD’deki bazı okullar yalnızca birinci sınıf ve son sınıf öğrencileriyle yüz yüze eğitim yapılmasına karar vermiş, bu yolla öğrencilerin okul ile bağ kurabileceklerini ya da mezun olma arifesinde bağlarını koparmayacaklarını umuyorlar. Bir çözüm olacak mı bilinmez. Koronavirüs son derece ciddi ve bu konudaki kaygılar ve alınan önlemler ve uzaktan eğitime geçilmesi de anlaşılır ancak pandemi sürecinin online eğitimi yaygınlaştıracağı ve yüz yüze eğitimin ortadan kalkacağı, öğrencilik ve eğitmenlik biçimlerinin tamamen değişeceği kaygıları da bir o kadar haklı. Yükseköğretim camiasında bu endişeler yaz boyu tartışıldı ve önümüzdeki dönemde de bu devam edecek gibi gözükmekte [1].

Ancak sorunun kanımca daha az konuşulan diğer yüzü, üniversitede ders veren eğitmenlerin karşı karşıya olduğu sorunlar. Eğitimcilerin hem çalışma hem de eğitim deneyimleri büyük bir değişime uğradı. Eğitmenler hem çalışan hem de eğitmen olarak kendilerini sürece adapte etmek zorunda kaldılar. Daha önce online eğitim deneyimi ve bilgisi olmayan pek çok eğitmen derslerini online platforma taşımak ve uygulamak durumunda kaldı. Bunu çoğu zaman kendi bulduğu yöntemlerle, bazen de üniversitelerin çeşitli birimlerinin desteği ile yapmaya çalıştı. Ancak bir ders online ortama göre tasarlanmış ve yapılandırılmamış ise o dersi verimli şekilde online platforma taşımak kolay bir iş değil. Bunu yapmak normal şartlarda aylar alacaktır. Diğer taraftan, öğrenciler ile yüz yüze olamamanın, öğrencilerin sınıf içi diyalog ve tartışmalardan öğrenemiyor oluşunun, öğrenciyi süreç içinde takip edememenin, ölçme ve değerlendirme süreçlerini zorlukla yürütmenin dezavantajlarını yaşadılar. Pandemi sürecindeki uzaktan eğitim deneyimi ile ilgili daha pek çok sorun sayılabilir. Eğitimcilerin eğitim süreçlerinde yaşadığı sorunların yanında çalışan olarak yaşadığı sorunlar oldu. Fazla mesai, online derslerin kayıt altına alınması sebebiyle hem sınıf içi özerkliğin ortadan kalkması hem de kayıtlara ilişkin telif hakları sorunları gibi.

Tüm bunlar eğitimciler için alışık oldukları çalışma ve eğitim biçimini sarsıntıya uğratan deneyimlerdi. Bu dönemin online eğitimin yaygınlaştıracağı ve özellikle çalışan olarak eğitmenlerin esnek çalışma ve güvencesizlik gibi sorunlarla karşı karşıya kalacağı konusundaki endişelerimizi haklı çıkartacak gelişmeler de yaşandı yaz boyunca. Bazı vakıf üniversitelerinde akademik personel işten çıkarıldı. Pandeminin eğitimin sorunları yanına yeni sorunları ekleyerek önümüze koyduğu bu gündemleri kuşkusuz takip etmeye devam etmek gerekiyor. Diğer taraftan, online eğitimin yüz yüze eğitime alternatif olmadığını bilerek, bizi bekleyen akademik yılda dersleri hem kendimiz hem de öğrenciler için nasıl daha verimli yapabileceğimizi düşünmemiz ve planlamamız da gerekiyor. Düşünmeye ve planlamaya başlamak için elimizde önemli bir deneyim var: Pandemi sürecindeki eğitim deneyimlerimiz. Pandemi döneminde online ders verme deneyimi olan olmayan herkes zorunlu olarak derslerini online gerçekleştirdi. Hepimiz çeşitli çevrimiçi uygulamalar ile tanıştık (Zoom, Google Meet, Adobe Connect gibi) ya da bunları daha çok kullanır olduk. Dersleri yapmak zorunda olduğumuz bu yeni platform öğrenme ve öğretme süreci ile ilgili eski deneyimlerimizi gözden geçirmemizi zorunlu kıldı. Bu yeni alanın yapısı, ruhu, ihtiyaçları farklı idi. Bu alanda deneyimlediklerimiz bize öğretme ve öğrenme süreçleri ve ihtiyaçları ile ilgili ne söylüyor? Bu deneyimi eğitim sürecini nasıl dönüştüreceğimize dair bir bilgiye çevirebilir miyiz?

Eleştirel pedagoji deyince akla gelen isimlerinden biri olan Dewey, yetişkinlerin yaşam deneyimlerinden öğrendiğini vurgular. Tecrübe edilen deneyim, tecrübe eden kişinin sonraki deneyimlerinin niteliğini de değiştirir. Tıpkı insanların kendisiyle yaşayıp, kendisi ile ölmemesi gibi, deneyimler de kendisiyle yaşayıp ölmezler, başka deneyimlerin içinde yaşamaya devam ederler. Deneyimlerin öğretici olabilmesi için devamlılık içinde ve önceki ve sonraki deneyimlerle de etkileşim halinde olması gerekir. Kendi başına bir deneyim öğretici olmaktan uzaktır [2]. Eleştirel pedagojinin eğitimde vurguladığı en önemli konulardan biri etkileşimdir. Eleştirel pedagojinin önemli isimlerinden ve yetişkin eğitimin öncülerinden Freire de benzer şekilde etkileşime vurgu yapar, etkileşim ile benzer anlamda diyalog kavramını kullanır. Eğitimi bilginin arandığı bir diyalog süreci olarak tanımlar. Kişi hem kendisiyle (önceki deneyimleri ve bilgileri) hem de başkalarıyla diyalog içinde bilgiye ulaşabilir. Deneyimlerimiz bilgiye praksis içinde dönüşebilir ve ancak bu şekilde gerçek anlamda bir öğrenme sürecinden bahsedebiliriz [3]. Freire, Dewey gibi pek çok eleştirel pedagogun yaklaşımlarından yola çıkarak deneyimsel öğrenme kuramını geliştiren Kolb’a [4] göre öğrenme “tecrübenin dönüştürülmesi yoluyla bilginin yaratılmasını sağlayan süreçtir”. Eleştirel pedagoji ve deneyimsel öğrenme kuramının, hem gerçek yaşam deneyimi içinden çıkarılarak bilginin nasıl üretileceğine hem de öğrenmenin ne olduğuna dair ilham veren yaklaşımları daha uzun anlatılmaya muhtaç ancak, burada bir virgül koymak istiyorum; bunu da yukarıda sorduğum soruya bu yaklaşımla bir yanıt vermek için yapıyorum. Bu zor zamanlardaki deneyimlerimizi eğitim süreci ve pratiklerimize dair mevcut durumu kavrayıp bunu dönüştürmek için kullanacağımız bir bilgiye çevirebiliriz. Üstelik bu deneyim hepimizde taze, fakat böyle olduğu halde bu dönemki eğitim deneyimlerimizin kendisini çok az konuşuyoruz. Kanımca deneyimlerimizin kolektifliğinin ve bu kollektifliğin kıymetinin de pek az farkındayız. Deneyimlerimizi konuşmak, paylaşmak, üzerine düşünmek deneyimlerimizden öğrenmek bizi besleyecektir.

Yeni akademik döneme başlarken, pandemi dönemindeki eğitim deneyimlerimizi ve bu deneyimlerden yola çıkarak içinde bulunduğumuz eğitim biçimlerinin doğasını ve yeni dönemdeki eğitimlerin ihtiyaçlarını tespit etmemiz ve buna göre bir tasarım yapmamız mümkün. Bu amaçla Tasarım Rehberleri ekibiyle ve Deneyimsel Eğitim Merkezi’nin (DeM)[*] desteği ve rehberliğiyle bir atölye planladık. Bu atölye, eğitim deneyimlerimizden hareketle, vereceğimiz online eğitimleri nasıl tasarlayacağımız konusunda yol gösterici olmayı hedefliyor. Özellikle sosyal bilimler alanında online eğitim deneyimi olanların katılımına açık olacak bu online atölyenin duyurusunu, başvuru detaylarını ve takvimini yakında bu platformdan paylaşacağız. Görüşmek üzere.

[*] https://www.demturkey.com
https://www.deneyimselogrenme.com


Kaynaklar

[1] Url-1 <https://uni-versus.org/2020/05/23/agamben-koronavirus-ogrencilere-agit/?fbclid=IwAR26cemaGZ-CKY8S60L0rXsj0wILr6u4CVjikAZBBMgcfdBQWf9xIRKuGUw>

[2] Dewey, J. (2011) Deneyim ve Eğitim, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

[3] Freire, P. (2016) Ezilenlerin Pedagojisi, Çev. Dilek Hattatoğlu, Çev. Dilek Hattatoğlu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

[4] Kolb, D. A. (1984) Experiential Learning: Experience As The Source Of Learning And Development Eng- lewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.


Ebru Moçoş, 2002 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nde mezun oldu. Yüksek Lisansını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nde tamamladı, aynı bölümde doktora çalışmasına devam etmekte. Gençlik, eğitim, yetişkin eğitimi alanlarında çalışmakta. Bu alanlarda ulusal ve uluslararası proje, atölye ve eğitimlerde yer aldı. 2006 yılından bu yana MSGSU Uluslararası İlişkiler Koordinatörlüğü’nde çalışıyor.